Oğuzca adıyla anılan Batı Türkçesi zamanla iki ana devreye ayrılmıştır. Bu ayrılma, Batıda Osmanlı Türk Edebiyatını meydana getirirken, Doğuda da Âzerî Türk Edebiyatı teşekkül etmiştir. Aslında gerek Doğu, gerekse Batı Oğuzcası 13, 14 ve 15. yüzyıllarda pek farklılık göstermez. Selçuklular'dan sonra ortaya konulan edebiyatta her iki Oğuz ağzının temelini teşkil eden dil unsurları mevcuttur. Onun içindir ki, Eski Anadolu Türkçesi diye adlandırdığımız Batı Türkçesi'nin ilk zamanlarında ayrılık görülmez ve bu devir Türkçesi her iki ağzı birleştiren bir husûsiyete sâhiptir. Fakat zamanla Oğuz Türkçesi içinde ortaya çıkan iki dâire, belirli dil unsurlarını kendilerinde umumileştirerek, ayrılma yoluna gitmiştir. Bu ayrılma, ilk zamanlar pek ileri değildir. Hattâ, tarih içinde güçlü ve devamlı bir edebiyat olan Osmanlı Edebiyatı, sadece Âzerî sahasında değil diğer Türk illerinde de kendisini hissettirmiştir. Bu irtibat sadece kültür sahasında olmamış, Osmanlı, yeri geldikçe son zamanlarda bile elinden gelen yardımı bu Türk ülkelerine esirgememiş, Türkçe'nin ve Türk Edebiyatının gelişmesinde mühim rol oynamıştır. Hattâ Halîlî gibi meşhur şâirler Osmanlı sarayı tarafından da himâye edilmiştir. Âzerbaycan’ın siyâsî ve kültür tarihinde Osmanlı'nın bu bakımdan mühim bir yeri vardır. Bütün Türk dünyasında olduğu gibi, Âzerbaycan ile olan münasebet, bugünkü kardeş Türk Dil ve Edebiyatının temelini teşkil etmiştir. Bu noktadan hareket eden Gaspıralı İsmâil ve diğer Türk kültür birlikçileri, Türk dünyasını tek bir yazı dilinde birleştirmek fikrinde, kısa zamanda başarıya ulaşmışlar ve Osmanlı Türkçesi'nin tek bir yazı dili olmasını istemişlerdir. Bu ise Osmanlı Türklüğünün, diğer Türk illerini görüp gözetmelerinin ve onlara duydukları yakınlığın neticesinden başka bir şey değildir. Sırf bu irtibatı koparmamak için bazı Osmanlı şâirleri Doğu Türkçesinde (Çağatay Türkçesi) gazeller bile yazmışlardır.
Zamanla ayrılmaya başlayan Âzerî Türkçesi, dil coğrafyası itibariyle Doğu Anadolu, Güney Kafkasya ve Kafkas Âzerbaycanı, İran Âzerbaycanı, Kerkük ve Irak-Suriye Türklerini içine almaktadır. Âzerî Edebiyatı, daha çok şiir dili olarak kuvvetliliğini kurmuştur. Bu bakımdan Âzerî sahasında Türk Edebiyatının çok kuvvetli şâirleri yetişmiştir.
Âzerî sahası Türk Edebiyatı, 14. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar pekçok şâir, nâsir ve sanatkâr yetiştirmiştir.
On dördüncü yüzyılın Âzerî sahasında yetişen önde gelen şâiri Nesimî'dir (ölm. 1404). Şiirlerinde heyecan ve lirizm hâkimdir.
Bu asrın kudretli şâirlerinden birisi de Kadı Burhâneddin'dir (1344-1399). Kadı Burhâneddin, Oğuzların Salur kabilesindendir. Kayseri’de tahsile başlamış, sonra Mısır’a gitmiş, bilhassa fıkıh sahasında derinleşmiştir. Şam’da Kutbeddîn Razî’den aklî ve naklî ilimler okumuş, sonra Eretna oğlu tarafından Kayseri’ye kadı olarak tayin edilmiştir. Ertena Beyliği'nin dağılması üzerine 1381 yılında Sivas’ta sultanlığını ilân etmiştir. Etrafındaki beyliklerle mücadelelerde bulunmuş, nihayet 1399 yılında Akkoyunlu hükümetini kuran Karayülük Osman Beyle yaptığı savaşta yenilmiş ve idam edilmiştir.
Dîvân’ı vardır. Dîvân’ında kaside, gazel ve tuyuglar bulunmaktadır. Şiirlerine tasavvufun inceliklerini yerleştirmiştir. Ancak, bazı gazellerinde, muhteris bir şahsın maceracı ruhu aksetmektedir. Fıkıh sahasında Arapça olarak yazdığı eserleri vardır.
Bu asrın Âzerî Türkçesi Edebiyatı içinde ayrıca kayda değer şâir ve nâsirleri içinde Erzurumlu Mustafa Darîr gelmektedir. Eserlerini çeşitli yerlerde yazan ve Mısır’da Türkçecilik Cereyanına katılan Kadı Darîr, daha çok Osmanlı Türkçesi'yle yazmıştır. Ondaki Azerîlik, Osmanlı Türkçesi'nin tabiî seyri içindedir. Yûsuf ile Zelîha adlı mesnevîsinin yanında üç ciltlik Sîretü’n-Nebî adlı eseri vardır. Bu bakımdan Türk Edebiyatı içinde ilk siyer yazarıdır. Siyerinde yer alan şiirleri bir hayli liriktir. Peygamberimizi anlatırken yazdığı şiirlerden bazısı, Türkçe'de mevlid türüne öncülük etmektedir. Şiirlerinde Gözsüz ve Darîr mahlasını kullanmıştır. Yüz Hadîs Tercümesi ve Fütûhu’ş-Şam Tercümesi adlı eserleriyle, bilinen eserlerinin sayısı dörde çıkmaktadır. Yalnız Yûsuf ile Zelîha’sı değil, nazmının kudretini diğer eserlerinde de göstermiş ve vakaları yer yer şiirle de ifade etmiştir. Samimî ve açık bir anlatıcılığı olan Kadı Darîr’in hikâye etme kabiliyeti çok yüksektir. O, bu bakımdan Türk Halk Edebiyatı içinde müstesna bir mevkie sahiptir.
On beşinci yüzyılda Âzerî sahası Türk Edebiyatı, en kudretli şâirlerinden biri olan Habîbî’yi yetiştirmiştir. Çobanlık yaparken bir tesadüf eseri Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Yakub’la karşılaştığı zaman o, henüz çocuktur. Çoban çocuk ile ona sorular soran padişahın adamı arasında geçen hâdiseyi öğrenen sultan, çocuğun zekâ ve cesaretine imrenerek himayesine almıştır. Habîbî bu sayede ilim ve edebiyat sahasında kendisini yetiştirmiş ve asrının büyük şâiri olmuştur. Sultan Yakub’dan sonra, Safevî hükümdarı olan ve Şiîliği ihdas eden Şah İsmail zamanında ona Melikü’ş-Şuarâ unvanı verilmişse de bu kudretli şâir Safevî sarayını terk ederek, Sultan İkinci Bayezid Han devrinde İstanbul’a gelmiş ve burada vefat etmiştir. Evliya Çelebi, Habîbî’nin Sütlüce’deki Câferabâd Tekkesi civarına gömüldüğünü kaydetmiştir. Onun İstanbul’a gelişinde akîdesine bir halel gelmemesi düşünülebilir. Çünkü bâzı kayıtlarda Şah İsmâil’den bahisle “...oğlu habîs İsmâil, tarîkat-ı bâtılayı ihdas ederek...” şeklinde yer verilmiştir. Gerçekte, onun dedeleri Erdebilli olup, Sünnî idiler. Âzerî cemiyetinin hayat şartlarının doğurduğu sebepler yüzünden Osmanlı sahasına Habîbî’nin dışında; Hamidî, Şâhidî, Sürûrî, Basirî, Kabilî, Bidârî ve Halilî gibi şâirler de geçmişlerdir.
Habîbî şiirdeki kuvvet ve kudret yönünden Fuzûlî ile Nesîmî arasında bir köprü gibidir. Gazellerinde âşıkâne ve safiyâne bir edâ vardır. Türkçesi açıktır. Dînî kültürünün geniş olduğunu şiirlerinden öğreniyoruz. Fuzûlî, onun şiirlerine nazîreler söylemiştir. Bu bakımdan o Fuzûlî’nin yetişmesinde de vazife yüklenmiştir.
Âzerî sahasında yaşayan ve Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden olan Fuzûlî de, 16. yüzyıl şâirlerindendir. Bağdat’ta yaşayan şair, Safevî idaresi altındaki bu yerde, Safevî hükümdarlarından iltifat görmemiştir. Ancak Osmanlı hakimiyeti zamanında itibara kavuşmuş ve pekçok eser yazmıştır.
On yedinci yüzyıl geçmişe nispetle Âzerî Türkçesi Edebiyatının sönük bir devresini teşkil eder. Sarayda Farsça'nın hakimiyeti, şairlerin hemen hepsini Farsça söylemeye yöneltmiştir. Bu asırda kayda değer şâirlerin başında Tebrizli Sâib (1591-1671) gelmektedir. İran Edebiyatına Hind üslûbunu getiren Sâib, daha çok hikemî şiir tarafındadır. Bu yönüyle Nâbî’ye tesiri görülür. Dîvân’ından başka Kandeharnâme ve Mahmûd-Ayaz adlı mesnevîleri de vardır. Dîvân’ında Türkçe-Farsça mülemmâlar da mevcuttur. Farsça şiirlerinin bir kısmı, zamanındaki şâirlere nazîre olarak yazılmıştır. Beyâz adını verdiği müntehabat mecmuası, onun zevkinin bir başka yönüdür. Bütün manzumeleri beyit olarak sayıldığında 120 bin beyti bulmaktadır. Bu itibarla asrının önde gelen şâiridir.
Bu asrın kayda değer şâirlerinden birisi de Tarzî’dir. Avşar Türklerinden olan bu şâir, Şah Safî tarafından taltif edilmiştir. Türkçe kelimeleri Fars dili gramerine uydurarak söylemesi onun diğer bir tarafıdır. Ancak tabiî Türkçe ile yazdığı şiirleri, uzun zaman varlıklarını devam ettirmişlerdir. Yine bu yüzyılda “Te’sîr” mahlâsını kullanan Türk ailesine mensup diğer bir şâir Mirza Muhsin’dir. Asrın sonlarına doğru şöhret kazanmıştır. Fakat ekseri şiirlerini Farsça yazmıştır. Türkçe gazelleri azdır.
Mesihî bu asırda Âzerî Türkçesi Edebiyatının mesnevî vadisindeki temsilcisi durumundadır. Varaka ve Gülşâh, Zembûru Asel ile Dâmu Dâne adlı mesnevîlerini zikretmek yerinde olur.
Asrın hükümdar şâiri Şah İkinci Abbas’tır. Saltanatı sırasında âlim ve şâirleri himâye eden Şah İkinci Abbas, daha çok bu yönüyle hizmette bulunmuştur. Sânî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler söylemiştir. Şah İkinci Abbas’ın vak’anüvis târihçisi olan, Şah İkinci Sâfî’nin de vezirliğini yapan Mirza Târih Vâhid Tebrizî de bu yüzyılın şâiridir. Dîvân’ı Türkçe ve Farsça şiirleri ihtivâ etmektedir.
Melik Bey Avcı ile Müştak ve Mevcî bu asırda zikre değer diğer şâirlerdir. Bunlar Kavsî-i Tebrizî ve Sâib de dâhil Nevâî ve Fuzûlî gibi üstad şâirlerin mektebine dahildirler.
Sâdıkî bu asrın Âzerî Türk Edebiyatında Mecmaü’l-Havâs adlı tezkiresiyle yer almıştır. Sâdıkî, Tezkiresi’nde bu sahada yetişen şâirlere yer ayırdığı gibi, Osmanlı sahası şâirlerini de ihmal etmemiştir.
On sekizinci yüzyılda devam eden Fuzûlî ve Nevâî mekteblerinin yanında yeni Âzerbaycan Türk Edebiyatına katılan ve kurucu rolde bulunan Molla Penah Vâkıf (1717-1797) ve Vedidî (1709-1809) gibi şâirler yer almaktadır.
Vâkıf bu yüzyılda Âzerî Türk Edebiyatının en şöhretli şâiridir. Bir Kafkas Türkü olup, Sünnî akîdeye mensuptur. Şöhreti daha çok Kafkas Türkleri arasında yayılmıştır. Vâkıf, Karabağ hükümdarı İbrahim Halil Hanın eşik ağasıdır. İran Şahı Aka Mehmed, Karabağ’ı istilâ etmiş, Vâkıf bu zamanda ölümden kurtulmuştur. Fakat Aka Mehmed Şahın halefi tarafından oğlu ile birlikte öldürülmüştür. Mezarı Âzerbaycan’da Şuşa şehrindedir. Âzerî Türkleri, kabrini evliyâ türbesi gibi ziyaret etmektedirler. Vâkıf divan şiirini elden bırakmamakla birlikte halk şiiri de yazmıştır. Şiirlerinde yaşanılan hayata yer vermektedir. Bunu şâir dostu Vedidî’ye yazdığı gazelinde görmek mümkündür. Âşık tarzındaki şiirlerindeyse divan estetiğiyle halk söyleyişini kaynaştırdığı görülür. Onun tesiri Vedidî ve Ârif gibi asrının şâirlerinde sürmüş ve 19. asrın Âzerî şâirlerinden olan Zakir’de devam etmiştir.
Yine bu devrin Kürenî, Gurbanî, Tufarganlı Abbas gibi saz şâirleri, halk edebiyatı sahasında zikre değer şâirlerdir. Ayrıca bir Türkmen şâiri olan Mahtum Kulu’yu da saha itibariyle buraya dahil etmek gerekir.
Bu asırda Âzerî sahasında yetişen şâirler, bununla kalmaz. Araştırıldığı takdirde daha başka şâirlerin de ortaya çıkması büyük ihtimal dahilindedir. Hüseyin Efendi Gayıbof’un Âzerbaycan’da "Meşhur Olan Şûarâ’nın Eş’ârına Mecmûadır" adındaki antolojisi, bu asra geniş çapta ışık tutmaktadır.
On dokuzuncu yüzyılda Âzerî Türkçesi Edebiyatı eskiyi devam ettirdiği gibi, Osmanlıya paralel olarak yeniliğe de yüzünü dönmüştür. Fakat Kuzey Âzerbaycan’ın Ruslar tarafından, Karabağ’ın Ermenilerce işgâli bu Türk ülkesini ağlayan şâirlerle doldurmuştur. Vatanın düştüğü felâketi dile getiren şâirler çoğunluktadır.
On dokuzuncu yüzyıl ortalarından sonra sönmeye başlayan klasik edebiyat (Divan edebiyatı), İran Âzerbaycanı’nda varlığını korumakla birlikte, bizde Şinâsi’nin yaptığı gibi mevzuda değişikliğe uğramıştır. Hattâ bu değişiklik dilde de görülmüştür.
Kuzey Azerbaycan’da klâsik şiir varlığını biraz da tekkelerde sürdürmüştür. Bu bölgede yaşayan Mehmed Askerî mahlâslı bir Nakşî şeyhinin tekke şiirinde öncülük ettiği görülür. Mehmed Askerî daha çok Türkiye Türkçesi'ne yakın bir dil kullanan ve dilde birliğin şuuruna varan bir şeyhtir. Kutkaşınlı Abdullah, onun Âzerî Türk Edebiyatında takipçisi olup dinî şiirleriyle tanınmaktadır. Bölgenin destanî kahramanı Şeyh Şâmil de, bilhassa Dağıstan taraflarında bu dil edebiyatında yer almıştır.
Bu yüzyılın ünlü tarikât şeyhi Mir Hamza Nigârî'dir (1815-1885). Türkiye’de tahsil gören Mir Hamza Nigârî, Osmanlı-Rus Harbinde Türkiye lehinde rol oynamış ve sonunda Anadolu’ya göç etmiştir. Dilinde Türkiye Türkçesi hususiyetlerine yer veren bu şeyhin şiirleri lirik olup, dinî unsurlara da yer vermiştir. Dîvân’ının yanında Çaynâme, Nigârnâme gibi mesnevîleri de vardır. Farsça şiirleri ayrı bir dîvânda toplanmıştır. Şiirinde Fuzûlî tesiri vardır. Âşık şiiri tarzındaki manzumeleri onun diğer bir yönünü verir.
Eski edebiyata bağlı olan şâirler içinde bu asırda Baba Bey Şâkir’i de zikretmek yerinde olur. Baba Bey Şâkir daha çok satirik (yergiyle ilgili) şiirde kendisini göstermiş ve manzumelerinde Rus memurlarının ahlâksızlıklarını, cemiyeti soymalarını ve sahte din adamlarının yaptıklarını dile getirmiştir. Kendisini Güney Âzerbaycan’da Hacı Mirza Mehdî (1830-1896) takip etmiş ve satirik şiirin bölgedeki canlılığını devam ettirmiştir. Manzumeleri daha çok, halk şiirine yakın olup, akıcı bir dile sahiptir. Türkçe'nin yanında Farsça şiirler de yazan Hacı Mirza Mehdî sağlığında bir Dîvân bırakmıştır. Ayrıca Manzara-yı Âşk adlı bir mesnevîsiyle Lâtifeleri mevcuttur.
Âzerî Edebiyatı, belki köklü bir sözlü edebiyata dayanması sebebiyle, bu yüzyılda da Halk Edebiyatı şubesinde varlığını pek fazla hissettirmiştir. Gerek aşıklar (saz şâirleri), gerekse kalem şuarâsı (halk şâirleri) 19. asırda eski geleneği bırakmamışlar ve hece vezninde şiirler yazmışlardır. Bu şâirler az da olsa, ayrıca eski edebiyatın nazım şekilleriyle manzumeler de yazmışlardır. Bu asrın belli başlı halk şâirleri, Mehemmed Beg Âşık, Agabegumaga, Kâzımaga Sâlik, Âşık Peri, Melikballı Kurban, Şekili Hatem, Mücrim Kerim Vardânî, Mirza Bakış Nâdim, Bababey Şâkir, Kasım Bey Zâkir, Hayran Hanım, Andelib Karacadagî, Mehdi Bey Şekâkî, Mîrza Mehdî Şukûhî, Seyyid Ebulkâsım Nebâtî vs. dir.
Âşık Mûsâ (1785-1840) Mehemmed Hüseyin (1800-1880), Âşık Mehemmed, Âşık Dilgam, Âşık Rece, Âşık Hasan, Âşık Cavad ve Âşık Cemâl gibi saz şâirlerini de bu arada zikretmeliyiz.
On dokuzuncu asrın ilk yarısında Osmanlı Türk Edebiyatına paralel olarak, modern edebiyata yönelen Âzerî Türk Edebiyatının bazı isimleri maddî imkânlar temin edilerek, Çarlık Rusyası tarafından yönlendirilmiştir. Bunların başında gelen ve ayrıca Hıristiyan da olan, Mirza Kâzım Bey Zâkir’in Türk Tatar Dilleri Grameri’nden başka eserleri de vardır. Zafer Nağmesi adlı manzumesiyle meşhur olan Mirzâ Câfer Topçubaşı da, Rusların hizmetinde çalışmış Âzerî şâirlerindendir.
Asrın ilk yarısında görülen ve Esrârü’l-Melekût adlı eserini, Abdülmecid Han'a takdim eden Abbas Kulaga Bakıhanlı Kudsî (1794-1846) de âlim, mütefekkir ve istidadlı bir şâirdir. Ayrıca tarih yazarıdır, Farsça'ya âit yazdığı Kânûn-ı Kûsî adlı eserinin yanında Tehzîb-i Ahlâk adlı eserini de zikretmek gerekir. Geleneğe uyarak növhalar (mersiye) yazdığı da vâkidir. Öte yandan Kâsım Bey Zâkir (1784-1857), Vâkıf ve Vidâdî ile başlayan realizmin Âzerî Edebiyatında önde gelen temsilcisi durumundadır. Sanatı kuvvetli olup, güzellik ve sevgi konularını işlemiştir. Onun âşık tarzında yazdığı şiirleri, diğer bir cephesini aksettirir.
İsmail Bey Kutkaşınlı da Rus ordusunda subay olarak hizmette bulunmuştur. Hikâyeler yazmıştır.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, modern edebiyatın takipçileri olarak Mîrza Fethali Ahundzâde (1812-1878), Seyyid Ezim Şirvânî (1835-1888) gibi simalar görülmektedir. Ahundzâde çok yönlü bir şahsiyet olarak karşımıza çıkar. Eserlerinde Âzerî Türkçesi'ni açık bir şekilde kullanır. Tarihten coğrafyaya, felsefeden dine kadar hemen her mevzuda yazılar yazan bu ansiklopedist şahsiyette, millet kavramına rastlanmaz.
Şahsında Beytü’s-safâ gibi bir edebiyat mahfili kuran Seyyid Ezim Şirvânî, Âzerî Türkçesi yanında Farsça'ya da yer ayırmıştır. Ayrıca eğitimci gaye ile Rebiü’l-Etfâl adlı ders kitabını yazmıştır. Şiirlerinde Fuzûlî tesiri açıkça görülür. Ancak bazı şiirlerinde cemiyetin dertlerini anlatmış ve hicviyeler de yazmıştır. Zaten kendisi bir muallimdir. Külliyatı vardır.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki en büyük hâdiselerden birisi, Âzerbaycan’da matbuatın geniş yer tutmasıdır. Bunlar içerisinde; Ekinci (22 Temmuz 1875), Ziyâ, Keşkül, Şark-ı Rus gibi gazete ve dergilerin müstesnâ yeri vardır.
Yirminci yüzyılda Âzerbaycan Türk Edebiyatının belli başlı simaları Câfer Cabbarlı (1899-1934), Resul Rızâ (1910-1981), Samed Vurgun (1906-1956), Mirzâ Aliekber Sabir (1866-1932), Hüseyin Cavid (1882-1941), Seyyid Mehemmed Hüseyn Şehriyar (1907-1987) Bulut Karaçorlu Sehend (1907-1979), Yahya Şeyda gibi şâirlerdir. Şehriyâr ve Yahya Şeydâ gibi şâirler, bugün Azerbaycan ilinde yankılanan ve Türk dünyasınca geniş çapta tanınan şâirlerdendirler.
Çağdaş Âzerî Edebiyatı:
On dokuzuncu asrın başlarından itibaren Rus istilâları neticesinde, Azerî edebiyatı, iki kola ayrılır. Bunlardan Kuzey Âzerbaycan Edebiyatı, Rus tesiri altında şekillenirken, Güney Âzerbaycan Edebiyatı da klâsik çerçeve içinde sönükleşir ve bir taklit edebiyatı hâlini alır.
Bunun yanısıra Halk Edebiyatı, bütün canlılığıyla tekâmülünü sürdürmekte olup, âşık tarzı şiirin yanında halk destanları, nağıllar, latifeler, tapmacalar ve bayatılar gibi sözlü edebiyat türleri ileri seviyededir.
Rus istilâsı karşısında, destanlar, ağıtlar oluşturmuş halk şâirleri arasında Abdurrahman Ağa Dilbazof ve Genceli Hasan mühim yer tutar.
Klâsik edebiyat gittikçe zayıflamakla birlikte bilhassa Güney Âzerbaycan’da geleneğini sürdürmektedir. Klâsik Edebiyatın türlerinden gazel ve özellikle mersiyenin Azerî Edebiyatında özel bir yeri vardır. Dâhil, Dilsüz, Râcî, Kumrî, Mukbil, Pürgam, Şuâî ve Ahî 19. asrın önemli mersiye şâirleridir.
Tekkelerde gelişen tarikat edebiyatında ise Hamza Nigâri, Mir Mehemmed Askerî ve Kutkaşınlı Abdullah önde gelirler.
Baba Bey Şakir ise satirik daldaki şiirleriyle tanınır.
Güney Âzerbaycan’da yeni edebiyatın ilk temsilcileri arasında Abdurrahim Talıbof, Zeynelâbidin Şirvânî ve Mirza Ağa Tebrizî sayılabilir.
Konuları, klasik konulardan ayrılmakla birlikte bu dönemin en çok rağbet gören nazım şekli gazeldir. Andelib Karacadağı, Nebatî, Heyran Hanım ve Hacı Mirza Mehdi Şükûhî devrin önemli şâirleridir.
Güney Âzerbaycan’da modern Âzerî Edebiyatının öncüleri, daha çok Rusça’yı öğrenip Batı medeniyetleriyle temasa geçen ilim adamları olmuştur. Mirza Cafer Topçubaşı, Mirza Kâzım Bey ve Abbâskuluağa Bakıhanlı Kudsî ansiklopedik yönü de ağır basan birer şâir ve ilim adamıdır.
Devrin en renkli simalarından biri de Mirza Şefi Vâzıh’tır. Onun yanında realizm çığırının mahallîleşme yönünde en mühim temsilcisi olan Kasım Bey Zâkir ile modern hikâye yazarlarından olan İsmâil Bey Kutkaşınlı önemli isimlerdir.
On dokuzuncu asrın ikinci yarısında Âzerî Edebiyatı, tiyatro yazarı, şâir, mütefekkir ve reformist olan Âhundzâde’nin şahsında en büyük temsilcisini bulur. Lirik şiirleri ve satirik manzumeleriyle Seyyid Azim Şirvanî de asrın en büyük şâiridir.
Âzerbaycan’da Tiyatronun Doğuşu ve Gelişmesi: Âzerbaycan’da tiyatronun ortaya çıkışı, Avrupaî hayat tarzının tesiriyle Tiflis’te olmuştur.
1851’de vali Vorontsov tarafından tiyatro binası hizmete açılır. Başta Ahundzâde’ninkiler olmak üzere komediler, ilk defa Rusça olarak oynanır.
1880’den sonra profesyonel tiyatro toplulukları kurulur. Bu gelişmelerde H. Zerdabi, Necef Bey Vezirli, S. M. Gânizâde, N.Nerimanof, Cihangir Zeynalof ve H. Mahmudbeyof çok büyük hizmetler görmüşlerdir.
Celil Mehmedguluzâde, Abdurrahman Bey Hakverdili, Üzeyir Hacıbeyli, Abdullah Şâik de bu dönemin isimleri arasında önemli yer tutar.
İlk profesyonel tiyatro topluluklarında Hüseyngulu Serabski, Cihangir Zeynalof, Mehdibey Hacınski, H. Ereblinski, Hacıağa Abbasof ve Ebulfeth Veli şöhret kazanmış isimlerdir.
Hüseyin Câvid ve Câfer Cebbarlı, devrin meşhur yazarlarındandır.
1930-1940 yıllarının önemli eser sahipleri arasında Mirza İbrâhimof ve Said Ordubadi vardır.
Daha sonra dramlarıyla İlyas Efendiyef, komedileriyle Sabit Rehman, Enver Memmedhanlı ve son dönemde Şıheli Gurbanof, İslâm Seferli, Ekrem Eylisli, seçkin tiyatro örneği veren sanatçılardır.
Yirminci yüzyılın başında Âzerîler, gözlerini dünyaya çevirmiş, olan bitenler ışığında gelecek hazırlıklarını yapmaya başlamışlardır. Türkiye matbuatı ile yaptıkları alışveriş neticesinde, dildeki yakınlaşma ile edebî ve siyasî münasebetler de gelişmiştir.
Bu yıllarda Âzerî Edebiyatı, Türkiye’ye paralel olarak gelişirken iki ayrı temayülün daha etkisi altındadır: İslâmcılık cereyanı ve sosyal cereyanlar. Yirminci yüzyılın ilk çeyreği bu cereyanların temsilcilerini yetiştirirken, Molla Nasreddinciler adlı bir edebî ekol de bu üçünün senteziyle en doğru yolu seçmiş görünür. Ö. F. Numanzâde ve C. Mehmedguluzâde’den başka Sabir, Ali Nazmi, Aligulu Gamkusar da bu gruptandır.
Romantik temâyülün öncüleri olarak ise Ahmed Cevad ile Memmed Hâdi’yi görürüz.
Ülkenin Sovyet idaresine geçmesiyle, 1920’den önce olgun eserler vermiş sanatçılar, bu dönemde ya susup bir kenara çekilmeyi ya da devre ayak uydurmayı tercih ederler. Bu dönemde mevzular, genellikle 1917 ihtilâli öncesi ve hemen sonrasındaki Âzerbaycan hayatını içine alır. Eserlerde epik hususiyetler ağır basar.
Yusuf Vezir Çemenzeminli, Memmed Sait Ordubadi, Mirza İbrâhimof, Mir Celâl, Mehdi Hüseyin, Enver Memmedhanlı, bu dönemde olgun eserler veren isimlerdir.
Mikâyıl Rızaguluzâde, Osman Sarıvelli, Süleyman Rüstem, Samed Vurgun, Mehdi Seyidzâde, Memmed Rahim, Resul Rıza Sovyet devri Âzerî şiirinin öncüleridir. Onu Cafer Handan, Mirvarid Dilbazi, Nigâr Refibeyli, Elekber Ziyatay, Enver Elifbeyli ve Ehmed Cemil’in oluşturduğu ikinci kuşak takip eder.
Bu dönemin ilk şâirlerinde İkinci Dünya Savaşının tesiriyle sosyal ve siyasî konular ağır basarken, sonrakilerde sosyal hayat, millî ve insanî problemler işlenmiştir.
Bunların dışında Eliağa Vâhid, Nebî Hazrî ve özellikle günümüz Âzerî şiirinin en tanınmış şâiri olan Bahtiyar Vahapzâde’yi ayrıca ele almak gerekir.
Yirminci asırda Güney Âzerbaycan’daki edebiyatın iki büyük isminden Habib Sahir ve özellikle Seyid Hüseyn Şehriyar, sadece Âzerbaycan’ın değil, yakın dönem Türk dünyasının da en büyük şâirlerindendir.